18.12.13

Messi kaç çekirdekli


İyi fikir fırından yeni çıkmış sıcak ekmek gibidir. Hemen ucundan ucundan kemirmeye başlamak istersiniz ya işte bu fikirde onlardan biri. İlk gol sevincini görmek istiyor insan. Ürün, marka, fikir, konumlandırma neresinden bakarsanız bakın her şeyiyle "cuk oturmuş" dedikleri türden.

Tek sorulması gereken Messi'deki işlemcinin kaç çekirdekli olduğu.




Ayrıca yıllar öncesine ait Dexia'nın yapmış olduğu bu kampanyayı da unutmamak gerek. Her koşulda destekçilerinizi hatırlayınız.

15.12.13

İstikrar

İstikrar, her sezon başında yöneticilerimizden en çok duyduğumuz kelime, en büyük seçim kozları... Önceki yönetimin tüm hatalarını ortaya koyup, aynı hatalara düşülmeyeceği garantisi verilip, seçilmeden önce tribünlerin gönlüne göre bir teknik direktörle ön sözleşmeler imzalayıp, "sonuna kadar arkasındayız" vaadleri...

Tüm bu gölge oyunu o sihirli kelime "istikrar" için. İşin aslı sözde istikrar için. Çünkü işlerin ilk kötüye gidişinde transfer jokerine sarılan yöneticiler, işleri toparlayamadıkları zaman telefon jokerine başvurup teknik direktör menejerleriyle hemen iletişime geçerler. 

Bir çok kez şahit olmuşuzdur, sahada oynayan bir takıp ve o takımın başında bir teknik direktör varken, yöneticiler "yönetim istifa" seslerini susturabilmek adına, yeni yemleri olan teknik direktörü tribüne getirmişlerdir bile. Suçunu bilen çocuğun, suçu üzerinden atabilmek için "ben değil o yaptı" diyerek arkadaşını hedef göstermesi gibi "biz yapmadık teknik direktör yaptı" kaçışıdır bu davranış.

Maç biter. Takımın başındaki direktör gönderilir. Tüm basın çağrılır. Yeni teknik adamlar sözleşme "istikrar" cümleleri eşliğinde imzalanır. 

"Ferguson geldi de, biz mi kovduk?" dediklerini duyar gibiyim ama ilk sezonunda hatta arka arkaya iki sezon şampiyon yapıp, ikinci ligden önce birinci, oradan da süper lige takımlarını çıkarıp kovulan çok teknik adam gördük. Yeri geldi bir sezonda 5-10 ayrı teknik adamla çalışan takımlar gördük. 

Yakın zamandan bir örnek vermek gerekirse, Yıldırım Demirören 8 senelik başkanlığında 11 teknik direktör değiştirmiş. Tabii ki aralarında haketmişler de vardır ama Del Bosque ile başlayan serüvende yerlisi, yabancısı, kulübün çocuklarından tutun da Mustafa Denizli'ye kadar geniş bir yelpaze denenmiş de denenmiş.

Sonuç derseniz, tek kelimeyle istikrarsızlık olmuş. 

Bardağın dolu tarafından bir örnek verecek olursak da en güzeli herhalde Manchester United örneğidir.
Zaten kendimizi bildik bileli başında Ferguson olan kırmızı şeytanlar 1892'den günümüzdeki menejeri David Moyes'e kadar, sıkı durun, sadece 22 menejer değiştirmiş. 

Zor bir hesap değil. 121 yılda Yıldırım Demirören'in 8 yıllık sürecinin sadece iki katı. 

6.12.13

Uçan Ayı

İlk ayı 95-96 sezonunda uçmuş ve o günden günümüze her yıl rekorlar kırarak çoğalmış buz pistine inen ayıcıkların sayısı. Ev sahibi takımın ilk gölüyle birlikte kalkış izni alan ayıcıkların son durağı ise "Christmas" döneminde hastahane ve yardım dernekleri oluyor. Kimi zaman da ünlü oyuncuların ellerinde hastahanelerdeki çocuklara ulaşıyorlar. 


Kısacası kazanmanın, kaybetmenin ötesine geçip, hatta unutup, taraftarlıktan sıyrılıp, bütünleşmek ve stadyumdaki varlık sebebinin aynılaşması...

Bizler bozuk para atılmasına alışmış olsak da  benzer bir sahneyi Van depremi sonrası Çarşı'dan görmüştük. "Siz üşürken biz giyinik olamayız" demişti Beşiktaşlılar ve soyunup, atkılarını da Van'a gönderilmek üzere sahaya atmışlardı.




2.12.13

Tek kalemde silerim

Fotograf 2011'den. Arsenal'li küçük taraftar kim bilinmez ama şu günlerde Manchester City formasını terleten Nasri'yi tek kalemde çizmiş. 


"Artık kahramanım değilsin Nasri"

Önümüzdeki maçlara bakmasak

Alışıldık sahnedir. Taraftar gruplarını deplasmana taşıyan otobüsler şehir dışında durdurulur, aramalar yapılır. "Taraftar"ın üzerinden her türlü kesici ve yaralayıcı alet çıkar. 

"Sonra ne olur?" derseniz. Bizim memlekette pek bir şey olmaz. Çünkü "vur, kır, parçala, bu maçı kazan"dır spora yaklaşımımız ve stadyumlardaki varlık sebebimiz "ölmeye, ölmeye, ölmeye geldik" tezahüratıyla ortaya çıkmaktadır. Belki o günkü maça giremeyiz ama bir sonraki maçta tribündeki yerimiz hazırdır.

Gazetelerin dağıttığı karton şapkaların gölgesinde, farklı renkli formalarımızla yan yana oturup çekirdeğimizi paylaştığımız günler sararmış Türk filmlerinde kalalı çok oldu ama "o günlerden bugünlere nasıl geldik?" diye sorarsanız...

Önce koltuklarımızı ayırdık. Aynı stadyumda bile yapamadık, iki takım tek taraftarlı bir sistem yarattık. O da olmadı. Birbirimize düştük. Taraftar grupları yarattık. Öfkemizi kusmaya stadyumlar yetmedi, hırsımızı sokaklara taşıdık. Rakip taraftarlar yoktu sokaklarımızda. Ölmeye gelmiştik oysa. Öldük.

Fatih Eroğlu Denizli Spor taraftarıydı. Üzerinde Denizli formasıyla, üzerinde Denizli forması olanlarca öldürüldü. 

Sonra ne mi oldu? Önümüzdeki maçlara baktık.